Vefatının 125. Yılında "Bir Son İmparator" Zekai Dede
Zekâi Dede, bir ‘son imparator’du. Çünkü Hacı Ârif Bey’in tarih sahnesine çıkışıyla tamamen kabuk değiştiren ve “şarkı musikisi” haline dönüşen Türk musikisinin “direnen gelenek” kanadını temsil ediyor, klasik-geleneksel kurallara hocası Dede Efendi’den bile daha sıkı sarılarak hızla kaybedilen ağırlığı dengeliyordu. Zekâi Dede, bugünkü klasik Türk musikisi repertuvarının büyük kısmını aktaran kişi olmasıyla da tarihe geçmişti.
Türk musikisinin son büyük klasik bestekârı. Semiz Ali Paşa Mescidi İmamı ve Hattat Hâfız Süleyman Hikmeti Efendi’nin oğlu, bestekâr Ahmed Irsoy’un babasıdır. 1825 yılında İstanbul Eyüp Sultan’da dünyaya geldi. İlköğrenimini, babasının da öğretim kadrosunda bulunduğu Lâ’lizâde Abdülbâki Efendi ilkmektebinde tamamladı. Babasından hat, amcası Hâfız İbrahim Zühdi Efendi’den Kur’ân öğrendi. 18 yaşında hâfız oldu ve hat icazetnamesi aldı. Balıklı Hoca Ali Efendi’nin derslerine katılarak medrese öğrenimi de gördü. Hat tarihimizin büyük isimlerinden Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye devam ederek hat konusunda ilerledi. Musikide ilk derslerini Eyyubi Mehmed Bey’den aldı. Bir yıl içinde şarkı ve ilâhiler besteleyecek kadar ilerlediği sıralarda hocası tarafından takdim edildiği Dede Efendi’nin öğrencisi oldu; aynı vesileyle tanıştığı Dellâlzâde’den de faydalandı.
1845 yılının ortalarında hocası olduğu Kavalalı Hânedanı prenslerinden Mustafa Fazıl Bey’le birlikte Kahire’ye gidince Arap musikisini yerinde inceleme fırsatı buldu ve Şeyh Şihâb’dan meşketti. “Şugl” adı verilen Arapça güfteli ilâhilerinin çoğunu bu dönemde besteledi ve Kahire’deki yaşantısının izlerini Arapça güfteli Suzidil Âyini’nde başarıyla yansıttı. 43 yaşında, Yeni Osmanlılar hareketinin taraftarı ve V. Murad’a yakınlığıyla bilinen Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Osman Salâhaddin Dede’ye kapılanarak girdiği Mevlevi tarikatinde önce Yenikapı Mevlevihanesi’nde âyinhân, 1884’de ise Bahâriye Mevlevihanesi kudümzenbaşısı olmasından itibaren bestekârlığının en verimli dönemlerini yaşadı. Hocası Dede Efendi’de olduğu gibi 1001 günlük çileyi tamamlamadan özel bir uygulamayla “Dede” unvânını kazandı. 1883’de başladığı Dârüşşafâka musiki muallimliği ile kudümzenbaşılığını ölünceye kadar sürdürdü.
Hacı Ârif Bey’le çağdaş ve arkadaş ve her ikisi de Dede Efendi’nin talebesi olmalarına rağmen, Ârif Bey’in klasik musikiyle ilgisini adeta tamamen koparmış ve Türk musikisinde yeni bir çığır açmış bestekârlık anlayışıyla en küçük ilgisi olmayan bir üslubu benimseyerek eser verdi. Geleneksel anlayıştan hiç kopmayıp, hatta hocası Dede Efendi’den bile daha çok klasik kaidelere bağlı kaldığı için, Türk musikisinin son büyük temsilcisi olarak anıldı. Lâdini musikinin bütün beste şekillerinde verdiği büyük miktardaki eserin yanı sıra dini musiki alanında da büyük bir verimlilik gösterdi. Bestelediği beş Mevlevi ayiniyle, klasik repertuvar içinde hocası Dede Efendi’den sonra ikinci sırayı aldı. Dini musikinin diğer şekillerinde de çok sayıda esere imza attı. Dede Zekâi Efendi’nin bestekârlığı kadar önemli olan bir başka yönü de, yetiştirdiği öğrenciler vasıtasıyla günümüze aktardığı büyük çaplı klasik repertuvardır. Başta oğlu Hâfız Ahmed Irsoy ve öğrencileri Subhi Ezgi ile Rauf Yekta Bey olmak üzere Şeyh Hüseyin Fahreddin Dede, Ahmed Avni Konuk, Şevki Bey, Leon Hancıyan, Medeni Aziz Efendi, Giriftzen Âsım Bey, Dr. Şükrü Şenozan, Ziya Santur, Kâzım Uz ve Ahmed Rasim gibi musiki adamlarının yetişmesinde birinci derecede rol oynadı. 19. yüzyılın ikinci yarısının repertuvar zenginliği bakımından en önde gelen kaynak kişisi olmak sıfatıyla meşk ettiği yüzlerce eserden oluşan klasik repertuvar, gelecek yıllarda talebeleri Irsoy, Yekta ve Ezgi tarafından yazıya geçirilip kayıt altına alındı.
Zekâi Dede’nin önde gelen öğrencileri Hüseyin Fahreddin Dede, oğlu Hâfız Ahmet Bey, Rauf Yektâ Bey ve Dr. Subhi Ezgi.
Bestekârlığının yanı sıra neyzen, kudümzen ve okuyuşu çok iyi bir hânende olan Dede Zekâi Efendi, Hamparsum ve Batı notalarını bilmesine rağmen kullanmamıştı. İyi derecede Arapça ile Farsça da biliyordu. Günümüze notalarıyla gelen 260’ın üzerinde ve tamamen kendine has özellikler gösteren eserlerinin hemen hemen tam yarısı dini, diğer yarısı lâdini beste şekillerindendir. Sultan II. Abdüllhamid’i öven birçok esere imza atmıştır. Hemen notaya alınmadığı için unutularak kaybolan yüzlerce eseri bulunmaktadır. Bayâtibuselik makamını bulup ilk defa kullanmış, Rahatfezâ adıyla bilinen bir makama Hicazaşiran adını vermişti. 60 yaşına kadar “Hâfız”, daha sonra “Dede” lâkabıyla anılan Zekâi Efendi, 125 yıl önce, hemen hemen bugünlerde, 24 Kasım 1897 tarihinde vefat etmişti.
Fotoğraf & Yazı: Mehmet Güntekin