Unesco'nun Şirin Osmanlı Kasabası Ergiri
Güney Arnavutluk ilginç bir bölge. Pek çok özelliğinden dolayı dikkat ve merakımı çeker. Sadece benim değil UNESCO’nun da dikkatini çekti; bilin bakalım niye? Yanya’ya defalarca gitmeme rağmen Ergiri’yi görmemiştim. Yol arkadaşım Bülent Katkak ile gittik, gördük. İşte size Ergiri…
Bir kere Epir Bölgesi siyasi tarih açısından zamanında çok gündeme gelmiş. Karışık bir coğrafya, aynı zamanda çok sorun çıkan bir memleket. Yunanlıların kuzeye; buna karşılık, Arnavutların güneye doğru ilerleme hevesleri olmuş. Müslümanlıkla Hristiyanlığın, Sünnilikle Bektaşiliğin, Arnavut ile Helen milliyetçiliğinin karıştığı ve kapıştığı bir alan. Yüksek dağlar, göller, köprüler ve turistik sahiller. Preveze’den Saranda’ya tam bir Akdeniz sahil havası, Yanya’dan Ergiri’ye (Gjirokastra) sert Balkan coğrafyası.
Ergiri, Kuzey Epir’in başkenti; önemli ölçüde Yunan azınlığı kapsayan ve Saranda ile birlikte Yunan özelliğini Arnavutluk’ta en çok koruyan kasaba. Gjirokastra isminin “gümüşkale” kelimesinden geldiği söylenir. Tepedelenli Ali Paşa’nın, Ahmet Cevdet Paşa’nın, Şemsettin Sami Bey’in Osmanlı dönemlerinin tarihi serhat ve sergerde mekânı; İsmail Kadare, Enver Hoca’nın memleketi Ergiri.
Drinos Nehri kıyısında Yunanlıların 1 Mart 1914’te Otonom Kuzey Epir Cumhuriyeti’ni ilan ettikleri yer. İrredenta bölgesi özelliğini tarih boyunca hep taşımış.
Ergiri, yamaçlar arasında tepelerden çarşıya doğru inen bir kasaba. Sanki Anadolu’dan bir yerleşim. Beş yüz yıllık Osmanlı yönetiminden tabii olarak mimari, kültürel, çevresel izler taşıyor: bir tarafta kale, tekke; ortada çarşı cami, kapalı çarşı; karşıda bey konakları, çeşmeleri, hamamları, vakıfları. Kale’deki saat kulesi ve müze mutlaka görülmeli.
Kalelerde şimdilerde dalgalanan başka başka bayraklar. Konuşulan çeşit çeşit diller, değiştirilen isimler, aynı temayı işleyen türküler, birbirlerinin benzeri yemekler... Ülkeler farklı, memleketler uzak, medeniyet ortak.
Osmanlı coğrafyasında tarih ve kültür gezileri için acele edin. Her geçen gün geçmişin izleri siliniyor, yerine suni bir dekor beliriyor. Yıllarca kitaplardan okuduk, fotoğraflarına baktık. Şimdi artık uzaklar yakın oldu, kapı komşusu oldu.
Mekânımız,
Üsküdar’da Kanaat,
Kadıköy’de Yanyalı Fehmi,
İşte geldik gidiyoruz şen olasın Ergiri…
ÜSKÜDAR’DANERGİRİ’YE YOL GİDER…
“Şimdi durup dururken bu Arnavutluk yazısı nereden çıktı?” diyeceksiniz. Haklısınız, hemen söyleyeyim: süt kuzu çıktı da ondan. “Yahu, süt kuzu ile Arnavutluk arasındaki bağlantıyı nasıl kurdun be birader?” diye söyleneceklere de “Hele acele etmeyin! Süt kuzuyu Elbasan tavaya yatırın, tadına bakın sonra yazıyı okuyun.” diye cevap vereceğim.
Bu günler, Üsküdar’da Kanaat’a uğramamızın, Elbasan tavayı ısmarlamamızın, Nezih Uzel Ağabeyi rahmetle anmamızın tam zamanıdır. Bazı yemekler vardır ki her zaman yenmez; ama vakt-i merhununda, yani tam zamanında, her sene bir kere dahi olsa tadına bakmak hayatın tadına varmaktır.
Arnavutluk coğrafyasının bendeki ilk göz ağrısı Elbasan şehri. Herhalde, tavasından dolayı olsa gerek. Ne büyük heyecanla gitmiştim Elbasan’a. Merak ve şevkten kaynaklanan bir heyecan içindeydim. İtiraf ediyorum, biraz da korkudan. Makedonya-Arnavutluk sınırındaki tarihi eşkıya boğazlarını aşarak, bir gece yarısı TIR ile girdiğim ülkede saldırıya uğramıştık. O zamanlar henüz, tam emniyet tesis edilememişti. Bırakın tava yemeyi neredeyse sopa yiyecektik!... O ilk gidişimde Akçahisar’ı (Kruje) ve Berat’ı çok beğenmiştim. Bir de Tiran’daki Alaca (Ethem Bey) Camii’ni. Daha sonra, yıllar geçtikçe defalarca Arnavutluk’a gittim. Her seferinde çok değişmiş, çok gelişmiş gördüm. O ilk zamanların çekingenliği, yabaniliği, garipliği, sadeliği gidivermişti ülkelerinden. Zamanla daha gelişmiş, mahalli olmaktan çıkıp global yaşantının, vahşi kapitalizmin içine girivermiş bir Arnavutluk buldum.
Gitmediğim çok az yerlerden bir tanesi de ülkenin güneyindeki Ergiri (Gjirokastra) idi. Kalesi, kulesi, minaresi, tekkeleri, türbeleri, çeşmeleri, Bektaşileri ile Ergiri.
Yine bir sabah aniden karar verip, yol arkadaşım Bülent Katkak ile önce Yunanistan’da Yanya’ya, sonra oradan da Çamerya’ya geçivermiştik. Müsteşar olmadan önceki son gezimiz herhalde oydu. Makam, bizi bu başına buyruk kültür ve macera gezilerinden mahrum kılıverdi. Hâlbuki yılın bu zamanlarında Bülent Katkak ile ne yollar kat eder, ne mekânlar keşfeder, sonra artık yaşlandık, yoruluyoruz diye tövbe eder ama tabii ilk fırsatta tövbeyi bozar yine yola düşerdik.
Yazar: A. Haluk Dursun
Fotoğraflar: Bülent Katkak