“Türk Musikisini Ayağa Kaldıran Adam” Münir Nureddin Selçuk

Türk musikisi tarihinin en önde gelen seslerinden olan Selçuk, her biri devrim niteliğinde olan birçok yeniliğe imza atmıştı. “Milât” olarak kabul edilen varlığıyla Türk musikisinin icrasına büyük açılımlar kazandırdı. Bestekârlığı ile de İstanbul’la özdeşleşti ve tarihe “Türk musikisini ayağa kaldıran adam” diye geçti.

Adı, Türk-İslâm dünyasının kültür başkenti olan İstanbul’la özdeşleşen, musikisi tarihimizin son devrinde doğan büyük sanatçı; “İstanbul’un Sesi” diye adlandırılan ve aynı zamanda önde gelen bir “İstanbul bestekârı” olan Münir Nureddin, 1899 yılında doğdu. Müderris Mehmed Avni Nureddin Bey ile soy kökleri Selçukîlere dayanan Fatma Hanife Hanım’ın oğluydu.

Bayezid İlk Mektebi’nin ardından öğrenim gördüğü Soğukçeşme Askeri Rüşdiyesi’nden mezun olduktan sonra lise seviyesindeki Kadıköy Sultânisi’nde okudu. 1917’de ziraat öğrenimi için gittiği Macaristan’dan, musiki aşkı ağır basınca eğitimini yarıda bırakıp döndü.

Musiki kabiliyeti küçük yaşlarda keşfedildi. İlk derslerini amatör bir musikişinas olan babasından aldı. 1915’de, İstanbul’un önde gelen musiki merkezlerinden olan Dârülfeyz-i Musiki Cemiyeti’ne girdi ve Hoca Edhem Nuri Bey’den 40 fasıl meşk etti. Babasının konağında düzenlenen ve devrin önde gelen musiki ustalarının katıldığı toplantılardan feyz aldı. Rauf Yekta Bey aracılığıyla Zekâi Dede’nin oğlu üstad Ahmed Irsoy’dan dört yıl ders gördü.

Münir Bey, bir "sahne"de "solo" konser veren ilk ses sanatkârımız idi.

Geleneksel icranın inceliklerini ünlü hoca Bestenigâr Ziya Bey’den öğrendi. Hocası Ahmed Irsoy’un teşvikiyle Ziya Paşa’nın başkanlığını yürüttüğü, Cumhuriyet dönemindeki adı İstanbul Belediye Konservatuvarı olan Dârülelhan’a sınavla girdi. Dönemin büyük musiki ustalarının hemen hepsinden yararlanarak bilgi ve görgü dağarcığını genişletti. Ali Rifat Çağatay’ın başkanı olduğu Şark Musiki Cemiyeti’nin kurucuları arasında yer aldı.

1923 yılında, bugünkü karşılığı teğmen olan mülâzım rütbesiyle, Osmanlı sarayının musiki merkezi olan Muzıka-yı Hümayun’a hânende, yani ses sanatkârı olarak girdi. Bu kurum, aynı yıl ilân edilen Cumhuriyet’le birlikte Atatürk’ün himayesiyle ve ismi “Riyâset-i Cumhur İncesaz Heyeti” olarak değiştirilip Cumhurbaşkanlığı’nın Türk Musikisi topluluğu olmak üzere Ankara’ya nakledilince, aynı rütbeyle Ankara’ya gitti. Buradaki görevi bir müddet sonra subay statüsünden çıkıp “sivil hânende” biçiminde devam etti. 1926’da görevinden istifa ederek, aynı heyetteki yakın arkadaşı Refik Fersan’la beraber İstanbul’a döndü ve musiki hayatına serbest çalışmalarla devam etti.

Aynı sıralarda Sahibinin Sesi firmasıyla bir anlaşma imzaladı ve sayısı gelecek yıllarda gittikçe artacak olan plak çalışmalarına başladı. 1926’da yaptığı ilk plağında kendi eseri olan “Çobanla Ben” adlı eseri okudu. Aynı firmanın önayak olmasıyla 1927’de Fransa’ya gitti ve Paris Konservatuarı’nın önde gelen hocalarından bir yıl süreyle şan ve solfej dersleri aldı.

Çok sayıdaki plak çalışmasında, en ağır klasik eserlerden halk türkülerine, yaşadığı günün nabzını tutan şarkılardan tangolara, çoksesli denemelerden gazellere kadar çok farklı beste şekillerinden eserleri seslendirdi. Bu çalışmalarında kendisine dönemin önde gelen saz sanatçılarından Refik Fersan, Mesud Cemil, Ruşen Ferid Kam, Fahire Fersan, Artaki Candan, Nubar Tekyay ve Feyzi Aslangil gibi isimler eşlik ettiler.

1942’de Belediye Konservatuarı’na girdikten sonra arşiv için doldurduğu 18 plakta ise, klasik musikinin en sanatlı eserlerini, Nuri Duyguer, Neyzen Tevfik, Reşat Erer, Dürrü Turan, Sedat Öztoprak, Nuri Halil Poyraz ve Ahmed Irsoy gibi önde gelen sâzendelerin eşliğinde seslendirdi. Esasen İstanbul merkezli bir musiki olan klasik Türk musikisinin ülke çapında yaygınlık kazanmasında, okuduğu plakların etkisi büyük oldu. Sırf Münir Bey’in plaklarını dinleyerek kendi klasik musikisine bağlanan, hatta müzisyen olan kuşaklar yetişti.

Musiki tarihimizde bir ses sanatçısının tek başına, frak giymiş olarak, ayakta ve konser disiplini içerisinde musiki icra etmesi, Münir Bey’le başladı. 1930’da Fransız Tiyatrosu’nda verdiği ve musiki tarihimizde ilk olan solo konseri büyük yankılar uyandırdı. Koro eşliğinde solo icra da onun getirdiği yeniliklerdendi. Konser verdiği her mekânda sanatının ağırlığını ve ciddiyetini etkili biçimde duyurmaktaki karşı konulamaz karizmasıyla da kendisinden önceki icracılardan ayrıldı. O dönemlerde bir konser salonu anlayışına sahip olmayan Türkiye’de, konserlerini sahnelediği özellikle sinema ve tiyatro salonlarını, birer musiki merkezi haline getirerek, musikiyi bu mekânların asli kimliklerinin önüne geçirdi.

Selçuk’un bir ses sanatkârı olarak en büyük özelliği, musiki kültürümüzdeki geleneksel okuyuş üslubuyla kendi başlattığı yeni bir anlayışı, olağanüstü hacim ve lezzetteki sesiyle birleştirerek soylu bir icra tekniği geliştirmiş olmasıydı. Üsküdarlı Ziya Bey’le Hâfız Osman Efendi’nin üslûplarından etkilenmiş olabileceğini belirten Selçuk, bu adların temsil ettiği geleneksel kaynaktan beslenerek, fakat yeni bir üslubun kurucusu olarak, Türk musikisi icrasında bir dönemeç taşı niteliği kazandı.

Gazel tarzına yaklaşımı da alışılmıştan farklıydı. İleri yaşlarına kadar sesinin güzelliğini ve işlerliğini korumuş olması da benzerleri arasında seyrek görülen taraflarındandı. Birkaç filmde başrol oynayarak sinema sanatına girmiş olan Selçuk, bazı filmleri de müziklendirmişti.

1953’de getirildiği, Nevzad Atlığ’ın istifasıyla boşalan Belediye Konservatuvarı İcra Heyeti şefliği, kurumun tarihindeki en parlak yıllar olarak tarihe geçti. Yönettiği konserler, hem canlı olarak izleyenler hem de radyo aracılığıyla ülke çapında dinleyenler tarafından birer sanat olayı olarak değerlendirildi.

Selçuk, bestekârlık hayatına, 1920’de başladı. Ertesi yıl bir şarkı daha besteledikten sonra 20 yıl süresince bestekârlıkta hiç uğraşmadı. Asıl bestekârlık faaliyetinin ürünlerini 1940’lardan sonra verdi. Kâr, kârçe, ağır semai, yürük semai, şarkı, ninni, fantezi ve marş gibi beste şekillerinden tevşih ve ilâhi gibi dini formlara kadar 150’den fazla esere imza attı. Eserleri, bestelendikleri dönemlerden günümüze kadar, icracılar ve dinleyiciler açısından en çok talep gören parçalar arasında yer aldı. Bu çalışmalarında, klasik şiirin önde gelen ustalarından ve çağdaşı olduğu şairlerin eserleri üzerine çalıştı. Adı İstanbul’la özdeşleşen bir bestekâr olarak musiki tarihinde özel bir yer edindi. Aziz İstanbul, Endülüs’te Raks, Rindlerin Ölümü, Kandilli, Kalamış, İstinye Körfezi gibi birçok şarkısı, kuşaklar boyunca adeta birer “İstanbul milli marşı” gibi rağbet gördü.

Yalnızca eserleriyle ve sesiyle değil, tam bir ‘İstanbul efendisi’ profili çizen hayat tarzıyla da Türk kültürüne mâl olan Selçuk, sadece bir bestekâr ve ses sanatkârı değildi. Eski tarz meşkten Paris’teki Batı musikisi eğitimine; Muzıka-yı Hümayun’dan Riyâset-i Cumhur İncesaz Heyeti’ne, Dârülelhân’dan Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’na, Fransız Tiyatrosu’ndaki ilk solo konserinden Saray ve Şan Sinemalarındaki konserlerine ve taş plaklarından TV ekranlarına kadar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bir kültür köprüsüydü. Adı, Türk musikisinde “milât” olarak değerlendirilen az sayıdaki büyük musikişinaslar arasında yer aldı. Tarih sahnesine çıktığı dönemden günümüze kadar daima “Münir Nureddin’den önce/Münir Nureddin’den sonra” ölçüsü geçerli oldu. Attığı her adımla, kendisinden sonraki kuşaklara örnek olabilmek gibi yaşadığı dönemleri aşan bir etki gücüne sahipti.

Tambur ve piyano sazlarını da çalan Selçuk, Irak, Mısır, Fransa, ABD gibi ülkelerde konserler vermişti. Musikide son görevi, 1975’te kurulan Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’ndaki repertuvar öğretmenliğiydi. Yaşlılığa bağlı bir beyin rahatsızlığı geçirdikten bir yıl sonra 27 Nisan 1981 günü İstanbul’da vefat etti.

Destansı bir ömrü, iflâh olmaz bir âşıkı olarak geçirdiği İstanbul’un hayranlık duyduğu bir semtinde, Rumelihisarı’ndaki Aşiyan Mezarlığı’nda toprağa verildi. İlk eşi Enise Hanım’dan Meral Selçuk’un; sonraki eşi tiyatro sanatçısı Şehime Erton’dan Selim Selçuk ile günümüzün çok önemli bir bestecisi, ses sanatçısı ve yorumcusu olan Timur Selçuk’un babası idi.

Blog Yazarı: Mehmet Güntekin


Turing Kültür Sanat YouTube Kanalı

Turing Kültür Sanat YouTube Kanalı
crosschevron-down