Turing Dergimizin bu sayısında akademisyenliğinin yanı sıra ülkemizin inşaat alanında en önemli projelerini başarı ile sürdüren kıymetli üyemiz Prof. Dr. Ahmet Sağlamer ile aptığımız sohbeti sizlerle paylaşıyoruz.
Sayın Hocam sizi tanıyabilir miyiz?
29 Temmuz 1944 Cumartesi günü, babam Emi Sağlamer ve annem Hatice Sağlamer’in ilk çocuğu olarak İstanbul Anadolu Kavağı’nda dünyaya gelmişim. Babam bu sırada devam eden II. Dünya Savaşı nedeniyle yedek subay olarak İstanbul Boğazı’nda görev yapıyor. Babam ve annem her ikisi de Konyalılar. Babam öğretmen, annem ev hanımıydı. Babam savaş sonrası Konya’nın Çumra ilçesinde öğretmen olarak görev yapmış. Daha sonra, 5 ve 6 yaşlarımda Konya’da olduğumuzu hatırlıyorum.
Öğrenim hayatınızdan bahseder misiniz?
1950 yılında, babam ilköğretim müfettişi olarak Hınıs (Erzurum) ilçesine tayin olduğu için ilkokula Hınıs’ta başladım. 1951 yılında, İzmir’den Ankara’ya taşınan Körler Okuluna babam müdür yardımcısı olarak atandı ve ikinci sınıfa Etimesgut’ta (Ankara) devam ettim. 3. 4. ve 5’inci sınıfları Ankara’da Anıttepe İlkokulunda, ortaokulu Bahçelievler Cumhuriyet Ortaokulunda, liseyi ise Bahçelievler Deneme Lisesinde okudum ve bu liseden 1961 yılında mezun oldum. 1961-1962 öğretim yılında AFS öğrencisi olarak ABD’de, Los Angeles kentinde Leuzinger Lisesine devam ettim ve 1962 yılında mezun oldum ve Ankara’ya geri döndüm. 1962 Eylül ayında, ilk defa Ankara Üniversitesinde giriş sınavları merkezi sistemle yapıldı. Bu sınavlara, 13 bin öğrencinin katıldığını hatırlıyorum. Siyasal Bilgiler Fakültesini ilk sırada kazandım. Diplomat olmak istiyordum. Aynı tarihlerde İstanbul’a gidip İTÜ sınavlarına da girmiştim. İnşaat Fakültesini kazandığımı haber almam üzerine nasıl karar vereceğim konusunda epeyce tereddüt ettim. Babamın “devlet memuru olma, inşaat fakültesine git ve serbest çalış” ısrarı üzerine İTÜ İnşaat Fakültesine kayıt yaptırdım ve 1962’de Ankara’dan İstanbul’a taşındım. İstanbul’da, o yıllarda da yaşam zordu. Beş yıl süren yoğun bir mühendislik
öğrenimini takiben 1967 Haziran ayında İnşaat Fakültesinden mezun oldum. İlkokul ile başlayan ve üniversite ile sonlanan eğitim ve öğretim hayatımda, bıkmadan usanmadan öğrencilerine emek veren ve şimdi hepsi rahmetli olan öğretmenlerimi ve hocalarımı şükranla anıyorum.
Taşkışla’da geçen beş yıl boyunca bir anlamda bizler Taşkışla’nın “bağımlısı” olmuştuk. Günlerimizin çoğu bu muhteşem kışlada geçiyordu. Sabah 08.00’de başlayan günümüz bazen gece 23.00’te veya daha geç sona eriyordu. Mezun olduğumuz gün, beş yıldır birlikte olduğum arkadaşlarımla Taşkışla’nın kapısından çıkıp uzaklaşırken “şimdi ne yapacağım?” diye düşünmeye başlamıştım ve Taşkışla’ya bir daha dönmeyeceğimi düşünerek hüzünlenmiştim.
Mezuniyetimi takiben Ağustos ayında, o yıllarda Türkiye’nin en büyük yatırımı olan ve inşaatı yeni başlayan Keban Barajı inşaatında çalışmaya başladım. Sonra, iki yıl süren askerlik hizmetini takiben 1971 Ocak ayında İnşaat Fakültesi Zemin Mekaniği ve Temel İnşaatı kürsüsüne asistan olarak girdim. Bu, Taşkışla’ya yeniden “bağımlı” olmam ve “yuvaya dönmem” demekti. Hem eğitimci, hem de devlet memuru olmuştum. Babamın “devlet memuru olma” tavsiyesine uymam kısmet değilmiş.
Çocukluğunuzun geçtiği dönem ve çevreden bahseder misiniz?
İlkokul, ortaokul ve lise yıllarım, 1950-1961 arasında Ankara’da geçti. Babamın müdür olduğu Körler Okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Teknik Öğretmen Okulu ile aynı kampüs içindeydi. En yakın semt olan “Beşevler” yürüyerek yirmi dakika kadar uzaktaydı. Körler Okulunun lojmanında oturuyorduk ve etrafta herhangi bir konut alanı bulunmuyordu. Okula yürüyerek gitmem gerekiyordu ve bu yaklaşık yarım saat sürüyordu. Mahalle arkadaşlarımın neredeyse tamamını Körler Okulunda yatılı okuyan öğrenciler oluşturuyordu. Bu dönemde, kendisi de görme engelli olan Hocam Şahin Bey’den akordeon dersleri aldım. Okul dışındaki saatlerde görme engelli arkadaşlarımla kurduğumuz popüler müzik orkestrasında çalışmalar yapıyorduk. Sözünü ettiğim yıllarda henüz Türkçe pop müzik şarkıları bestelenmiyordu. Erol Büyükburç’un “Little Lucy” şarkısı çok meşhur olmuştu. Belki de, Türk pop müziğinin ilk örneği olan bu şarkıyı çok sevdiğimizi ve repertuvarımıza aldığımızı hatırlıyorum. Ortaokulda ve lisede, okul bahçesinde ve Emek Mahallesindeki sahada futbol oynardık. Babamla birlikte 19 Mayıs Stadyumundaki milli maçlara ve İstanbul’dan gelen üç büyük kulübün özel maçlarına gittiğimizi hatırlıyorum. 1950’li yıllarda Ankara, 350-400 bin nüfusa sahip genelde bakanlıklarda ve diğer kamu kuruluşlarında çalışan devlet memurlarından oluşan güvenli, nezih ve iyi imar edilmiş bir küçük şehirdi. Yaz tatillerini kardeşim Yalçın’la birlikte Konya’da anneannemlerde ve halamda geçirirdik. Konya’da, yakın akrabalarımızla birlikte kalabalık bir aile içinde olmaktan mutlu olurduk.
İTÜ İnşaat Fakültesi Bölümünden mezunsunuz, bu bölümü neden seçtiğinizi merak ediyoruz?
Tercih formunda İnşaat ve Maden Fakültelerini işaretlemiştim. II. Dünya Savaşı sonrası, ülkemizde büyük bir altyapı yatırımı seferberliği vardı. Türkiye, sınırlı ekonomik gücü ve yine sınırlı teknik kadrosu ile hidro-elektrik santralleri, ulaştırma yapıları, şehirlerde altyapı şebekelerini ve şehirlerdeki binalarını yeniden inşa etmeye çaba harcıyordu. Kemer, Demirköprü, Hirfanlı, Sarıyar ve benzeri barajların inşa edilmesi bu döneme rastlar. İTÜ’den, 1950-1960 yıllarında mezun olan mühendisler şirketler kurmaya ve ülkemizin en ücra köşelerine “çağdaş medeniyeti” götürmeye başlamışlardı. Türkiye, İTÜ mezunlarının büyük ve özverili çabasıyla hızla kalkınıyordu. İnşaat mühendislerine çok ihtiyaç vardı. Ben de bu “kalkınma ordusu” içinde görev almak istiyordum. Sanıyorum, inşaat mühendisliğini seçmemde bu faktörler etkili oldu.
Öğretim üyeliğine karar vermeniz nasıl gelişti?
Üniversitede kalmayı, doktora yapmayı ve öğretim üyesi olmayı düşünmüyordum. Nitekim mesleğe başlangıcım o dönemde Türkiye’deki en büyük yatırım olan Keban Barajı inşaatında oldu. Barajı projelendiren Ebasco firmasında geoteknik mühendisi olarak çalışmaya başladım. Bir hafta gündüz, bir hafta gece vardiyasında çalışıyordum. Memba batardosunun inşaatında, zemin laboratuvarındaki deneylerin kontrol edilmesinde, geçirimsizlik perdelerinin enjeksiyon işlerinde görev aldım. Yeni mezun olmuş bir mühendis için Keban Barajı inşaatı bir arazi laboratuvarı gibiydi. Böyle bir büyük projede çalışmaktan ve uluslararası standartları ve şartnameleri uygulamaktan çok mutluydum. Bu şantiyede çok şey öğrendim ve teorik bilgiler yanında uygulamanın ne kadar önemli olduğunu gördüm. Keban Barajı inşaatında çalışmam bütün mesleki yaşantımı etkiledi. Akademik hayatımda da her zaman uygulamanın içinde oldum. Yedek subaylığım sırasında ise İnşaat Emlak Müdürlüğünde görev yaptım. Kontrol amiri olarak Gelibolu ve çevresindeki askeri inşaatlarda çalıştım. Bu sırada, KTÜ’de Mimarlık Bölümünde asistan olan eşim Gülsün Sağlamer İTÜ Mimarlık Fakültesinde doktora yapmaya başladı. Askerlik sonrası, Ocak 1971’de, ben de Ord. Prof. Dr- Ing. Ahmet Hamdi Peynircioğlu’nun başkanı olduğu İnşaat Fakültesi Zemin Mekaniği ve Temel İnşaatı Kürsüsüne asistan oldum. Mart 1973’de Doktor, 1977’de Doçent ve 1988’de Profesör oldum. Üniversitede çalışmaya karar vermemde eşim Gülsün Sağlamer’in çok büyük katkısı oldu. Geriye dönüp baktığımda bu kararın doğru olduğunu düşünüyorum.
Turing ile nasıl tanıştığınızı merak ediyoruz?
Turing ile ilk tanışmam 1975 yılında British Council bursuyla Cambridge Üniversitesine post-doc olarak gitmeden önce oldu. Uluslararası ehliyet almak için Türkiye Turing ve Otomobil Kurumuna başvurmam gerektiğini öğrendim. Hem kendim hem eşim için uluslararası ehliyetler aldık. Daha sonraki yıllarda, rahmetli Hocam Prof. Dr. Kemal Kutlu’nun başkan ve rahmetli Çelik Gülersoy’un genel müdür olduğu dönemde Kurumun yaptığı atılımları, tarihi mekânlarda yaptığı restorasyonları takdirle izledim. Değerli arkadaşım Prof. Dr. Nadir Yayla’nın teşvikiyle
Kuruma üyelik başvurusunda bulundum. Gerek üniversitemdeki gerekse uygulamadaki çalışmalarım nedeniyle Kuruma yeterli desteği verebildiğimi sanmıyorum. Bunun için de üzüntü duyduğumu belirtmek isterim.
Vakıf, dernek, kulüp, meslek odası şeklinde faaliyetleriniz nelerdir?
Yukarıda ifade ettiğim gibi çok sayıda vakıf, dernek, meslek odasına üyeyim. Fakat İTÜ Geliştirme Vakfı dışında diğer kurumlarda görev alamadım. Eşim, Prof. Dr. Gülsün Sağlamer, 1992-1995 döneminde İTÜ’de rektör yardımcısı, 1996-2004 döneminde ise rektör olarak görev yaptığı için zamanımın büyük bölümünde üniversitemizde yapılan eğitim reformu, ABET akreditasyonu, üniversite mekânlarının yenilenmesi, öğrenci yurtlarının inşaatı çalışmalarında görev aldım. 1999 Marmara Depremi sonrasında, İTÜ Yapı ve Deprem Uygulama Araştırma Merkezi müdürü olmam sebebiyle bu alanda üniversitede yapılan yoğun çalışmalara zaman ayırmam gerekti.
İstanbul sizin için ne ifade ediyor ?
Dünyanın metropollerinin pek çoğunda bulundum. İstanbul’a yaklaşan bir başka şehir görmedim. Bütün çarpık yapılaşmaya rağmen İstanbul günümüzde de şairleri, müzisyenleri ve yazarları etkileyen bir şehir olma vasfını koruyor. Nedim’in şiirinde ifade ettiği gibi; “Bir sengine yek pare Acem mülkü fedadır”. Napolyon’un söylediği gibi; Dünyanın başkenti olmaya layık tek şehirdir. İstanbul’daki yaşam öğrencilik yıllarımdan beri zor ve yıpratıcı oldu. Diğer taraftan, İstanbul’dan bir hafta bile ayrılmak zor. Bir anlamda İstanbul, İstanbul’da yaşayanları kendisine “bağımlı” yapmıştır. İstanbul’a büyük hizmet veren kurumların başında Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu gelir. Bu kurum, yaptığı bilinçli ve başarılı restorasyonlarla İstanbul’a pek çok tarihi eseri tekrar kazandırmıştır. Halkımızın hizmetine sunulan bu tesisler içinde sunulan kaliteli dekorasyon ve servis ise ayrıca takdire şayandır.
Emeklilik sonrası zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
2011 Temmuz ayında yaş haddinden (67) üniversitemden emekli oldum. Bence, üniversite öğretim üyelerinin emeklilik yaşı artırılmalıdır. İsteyen öğretim üyesi üniversitede çalışmaya devam etmelidir. 10 yıldır Geoteknik Mühendisliği alanında danışmanlık ve proje yapan bir şirkette aktif olarak çalışıyorum. Çok önemli ulusal ve uluslararası projelerde görev aldık ve halen çalışmalarımız devam ediyor. Her sabah üniversite yerine özel ofisime gidiyorum. Bende master ve doktora yapmış öğrencilerimle, (şimdiki meslektaşlarımla) çalıştığım için çok mutluyum. Benden sonra Geoteknik alanında üst düzeyde hizmet verecek mühendisler yetiştirdiğim için bir hoca olarak görevimi yaptığımı düşünüyorum. Noktayı ne zaman koyacağımı bilmiyorum. Yazları bir-iki ay tatil yapma hakkım var. Tatillerimi, Karadeniz yaylalarından birinde, 2000 m yükseklikteki evimde geçiriyorum. Her sene, Temmuz ayının ve yayla günlerinin gelmesini sabırsızlıkla bekliyorum.
Son olarak bizimle neler paylaşmak istersiniz?
İTÜ İnşaat Fakültesinde 41 yıl görev yaptım. Bu sürede, anabilim dalı başkanlığı, yapı ve deprem uygulama araştırma merkezi müdürlüğü gibi görevlerde de bulundum. Lisans ve Yüksek Lisans ve doktora öğretiminde binlerce öğrenciye Zemin Mekaniği, Temel Mühendisliği ve Tünel Mühendisliği dersleri verdim. 60 öğrencime master tezi çalışması, 10 öğrencime ise doktora yaptırdım. Doktora yaptırdığım öğrenciler bugün Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinde profesör veya kamuda-özel şirketlerde genel müdür olarak görev yapıyorlar.
Uygulamada çalışan çok sayıda geoteknik uzmanı yetiştirdim. Hem akademisyen hem de uygulayıcı olarak çalıştım. Türkiye’de ve uluslararası alanda pek çok projede geoteknik danışman ve projeci olarak görev aldım. Sözlerimi, beni akademisyen olmaya teşvik eden, 1992-1995 yıllarında İTÜ rektör yardımcısı ve 1996-2004 döneminde İTÜ rektörü olarak gerek üniversitenin eğitim sisteminde, gerekse alt yapısında büyük reformlar yapan, akademik ve uygulama alanlarındaki yoğun çalışmalarımı sabırla karşılayan eşim Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’e teşekkür ederek bitirmek isterim.
Kıymetli Hocamıza pandemi döneminde bizi kırmayıp kabul ettikleri ve nazik misafirperverlikleri için çok teşekkür eder, kendilerine sağlıklı ve mutlu ömürler dileriz.
Tülay Taşdemir