İstanbul’un belirli dönemlerde çiçekleriyle, kokularıyla ön plana çıkan kendine özgü ağaçları vardır. Bunlardan bir tanesi Osmanlı’da devletin şehir kültürünü temsil eden, İstanbul’a Tanzimat döneminde (1839 sonrası) gelen, dönemin aristokratlarının ağacı olan manolyadır. İstanbul’da bu ağacın dört farklı türü vardır ve genellikle bir tanesi meşhurdur. Bu manolya (Magnolia Grandiflora), on iki ay boyunca yapraklarını dökmeyen, genellikle haziran ve temmuz aylarında beyaz çiçek açandır. Çoğunlukla 20-25 metre boyunda, 60-90 santim çapındadır. Gövde kalınlığı yaşına göre değişir1. Ağacın yaşı arttıkça gövdesi de kalınlaşır. Tohumundan üretmek mümkündür ama zordur. Emek ister.
Diğer üç tür ise Saray Lalesi (Çıplak Manolya) adıyla bilinir. İstanbul’un çeşitli yerlerinde bulunan bu ağaçları, meraklıları tanır. Genellikle ilk önce mart-nisan aylarında erguvandan koyuca rengi olan çiçeklerini açarlar. Bu tür, Saray Laleleri içerisinde çiçeği en koyu olanıdır. Buna Kara Manolya (Magnolia Liliflora Nigra) denir. Türkiye’ye son yıllarda gelmiştir. Çok naziktir. Çabuk kuruyabilir. Devamlı gözlemek gerekir. Sevgi ister.
Bir diğer Saray Lalesi türü (Magnolia Soulangeana), çiçekleri açık mor renkte olandır ve İstanbul’daki en eski çıplak manolya türüdür. Dördüncü (Magnolia Stellate) tür ise ince yapraklı Saray Lalesi’dir. Bu dört türün hepsi, Ihlamur Kasrı’nın Maiyet Köşkü’nün ön tarafında ve Aslanlı Havuz çevresinde görülebilir. Aynı zamanda İstanbul’un en eski ve en büyük Saray Laleleri buradadır. Bu üç tür Saray Lalesi (Çıplak Manolya), mart ve nisan aylarında açar. Saray Lalelerinin çiçeklerini yirmi gün, bazen de hava şartlarına göre bir ay boyunca seyredebilirsiniz. Bu manolya türlerinin çiçekleri dökülmeye başlayınca yaprakları çıkar. Önce çiçeklerinin, sonra yapraklarının çıkmasıyla bu türler erguvana benzerler…
Saray Laleleri, klasik anlamda soğanlı laleler ile aynı dönem açarlar, çiçek yapıları da birbirine çok benzer. Çiçeğin ortasında tohumlar, tohumların kenarlarından yükselen yapraklar…
Kara Saray Lalelerinin en güzelleri, Emirgan Korusu içerisinde yer alan Sarı Köşk’ün etrafındakilerdir. İyi bir zamanlama yaparsanız, burada hem Saray Lalelerini hem erguvanları hem de soğanlı laleleri aynı dönemde seyredebilirsiniz. Nisan ayının son haftası ve mayıs ayının ilk haftası, Sarı Köşk önündeki Saray Laleleri ve erguvanlar, hava şartlarının da mevsime uygun gitmesi halinde, muhteşem bir şekilde açarlar. Bu ağaçlar, hüdayınabit olmayıp, bir kültürün ve zevkin ağaçlarıdır. Bundan dolayı şehir kültürüne sahip zevk-i selim sahibi İstanbulluların favorisidir.
On iki ay yapraklarını dökmeyen manolyalar ise haziran hatta temmuz ayının ortalarına kadar çiçeklerini açarlar. Daha sonra çiçeklerin döküldüğü yerden kozalak verirler. Bu kozalakların içinden ekim ve kasım aylarında kırmızı tohumlar çıkar. Kozalakların tohumlu hali de görülmeye değerdir.
Kara Saray Lalelerinin en güzelleri, Emirgan Korusu içerisinde yer alan Sarı Köşk’ün etrafındakilerdir. İyi bir zamanlama yaparsanız, burada hem Saray Lalelerini hem erguvanları hem de soğanlı laleleri aynı dönemde seyredebilirsiniz. Nisan ayının son haftası ve mayıs ayının ilk haftası, Sarı Köşk önündeki Saray Laleleri ve erguvanlar, hava şartlarının da mevsime uygun gitmesi halinde, muhteşem bir şekilde açarlar. Bu ağaçlar, hüdayınabit olmayıp, bir kültürün ve zevkin ağaçlarıdır. Bundan dolayı şehir kültürüne sahip zevk-i selim sahibi İstanbulluların favorisidir.
On iki ay yapraklarını dökmeyen manolyalar ise haziran hatta temmuz ayının ortalarına kadar çiçeklerini açarlar. Daha sonra çiçeklerin döküldüğü yerden kozalak verirler. Bu kozalakların içinden ekim ve kasım aylarında kırmızı tohumlar çıkar. Kozalakların tohumlu hali de görülmeye değerdir.
Yaprak dökmeyen manolya ağacının en büyüğü Amerika Birleşik Devletleri’ndedir. Bu türler İtalya, İspanya ve Akdeniz kıyı şehirlerinde ve ayrıca Ortadoğu’da da sıkça görülür. Bunların en güzellerine Suriye’nin Hama şehrinde, Asi nehri üzerinde bulunan meşhur nauraların (su değirmenleri) yanındaki parkın içerisinde rastlanır. Dahası, Asi Nehri kenarındaki Azem Sarayı’nda küçük avluda bulunan manolya, Osmanlı kültürünün bir göstergesi olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun bakiyesi olan devletlerde yaşamını sürdürmeye devam eden hatıralardan biridir.
İstanbul’da haziran ve temmuz aylarında beyaz çiçeklerini açan bu manolya ağaçlarını görmek ve seyretmek için Boğaziçi’ne gidilir. Boğaz’ın eşsiz güzelliğinde, özellikle Beylerbeyi ve Arnavudköyü’nde kendilerini nazlı bir gelin edasıyla gösteren bu ağaçlar, özellikle Boğaziçi’ne dikilmiştir. Manolyanın en güzel seyredildiği yer, İstanbul’da Beylerbeyi Sarayı’dır. Haziran ve temmuz aylarında Boğaz gezisi yapanlar için doyumsuz bir seyir dinletisidir beyaz açmış manolya çiçekleri... Sabahın serinliğinde limon çiçeği kokusuyla gösterir kendini. Sadece seyredersiniz onları, manolya çiçekleri koklanmaz ve koparılmaz. Kopardığınız zaman boynunu büker, hemen solar. Osmanlılar manolyanın bu hassasiyetini bildikleri için olsa gerek, manolyayı bu sarayın harem kısmına dikmişlerdir. Çünkü manolya ile kadınlar aynı özellikleri taşır. Her ikisi de zariftir, naziktir. Kırılmaz…
Beylerbeyi Sarayı’nda harem bahçesinin manolyalarına karşın, sarayın selamlık kısmında da sedirler vardır. Sedir: Gücü ve sağlamlığı ifade eder…
Dolmabahçe Sarayı’nın manolyaları da tarihi değere sahiptir. Saraydaki manolyaların yaşlı olanları sarayın Saat Kulesi’nin bulunduğu birinci avludadır. Sarayın ön kısmındaki manolyalardan başka, Mabeyn kısmının ön tarafında, havuz başında da güzel bir manolya ağacı vardır.
İstanbul’un en büyük manolya ağacı ise Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesi içerisindedir. Bu manolyanın İstanbul Boğazı’nda ilk dikilen manolya olma ihtimali oldukça yüksektir. Bu hastane ilk olarak Mustafa Reşit Paşa tarafından yalı olarak yaptırılmıştır. Mediha Sultan Yalısı olarak da bilinen bu yalının manolya ağacı uzun yıllar boyunca hüzünleri, dertleri, mutlulukları paylaşmıştır.
Şahit olduğu acı hatıralardan birisi de yalıyı yaptıran Reşit Paşa’nın oğlu Ali Galip’in burada yaşarken sandalla çıktığı gezinti esnasında sandalının alabora olmasıyla boğulmasıdır.
Manolya, en çok yalılara yakışır. Bunun en güzel örneklerinden biri Vaniköyü’nde Suna-İnan Kıraç yalısının bahçesinde görülür. İstanbul kültüründe manolya ağacı, yalının önüne dikilmez. Yalının yan tarafına dikilir. Bunun sebebi, İstanbulluların Boğaz’ı seyretmek istemesidir. Boğaz’ı temaşa eden manolyalar, zevk-i selimin en güzel örnekleridir.
Boğaziçi’nde manolya seyrine gidilecek yerlerden biri de Arnavudköyü’ndeki eski Bebek Lisesi avlusudur. Okulun avlusunda, Boğaz’a hâkim manolyaları, hele hele haziran ve temmuz aylarında açan çiçeklerini görmek gerekir. Bu ağaçların ihtişamı en güzel Beylerbeyi tepelerinden seyredilir. Manolya şiirlerde kendini göstermiş, şarkılarda kendine yer bulmuştur. Hatta denilebilir ki şarkılar ve şiirler manolyanın bilinmesinde ve öğrenilmesinde en önemli rolü oymamıştır. Zeki Müren’in güzel bir şarkısı vardır; “Koklamaya kıyamam benim güzel manolyam” diye… Can Yücel ise “Hayal Oyunu” adlı şiirinin son satırında “Manolyaya gece konmuş kumrular”dan bahseder.
Edebiyatta yaygın bir şekilde yer almış olan manolya, görsel sanatlara da sıkça konu olmuştur. Yani ressamlar daha çabuk fark etmiştir manolyayı. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında özellikle Meşrutiyet döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra manolyalar da tablolarda daha çok yer almaya başlamıştır. Manolyalar konusunda en çok çalışanlardan birisi yaklaşık on beş yağlı boya çalışması ile İbrahim Çallı’dır Cumhuriyet dönemi ressamlarında da özellikle Feyhaman Duran, Şinasi Barutçu, Şeref Akdik ve Celal Uzel’in yağlı boya manolya çalışmalarını görmek mümkündür. Osmanlı Devleti’nin bir ağaç kültürü politikası vardı. Her yere her ağaç dikilmezdi. Osmanlı döneminde İstanbul’da saray ve yalı bahçelerine dikilen manolya şimdi her yere, yol kenarlarına, parklara dikiliyor. Bizler, İstanbul’da ağaç kültürünü öğretme ve öğrenme açısından gelecekten ve gençlikten umutluyuz. Şehirli olmanın yolunun çiçekten, ağaçtan, mimariden ve musikiden geçtiğini biliyor, anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz… Tarihin ve kültürün devamlılığı açısından…
Yazar: Dr. Salim Aydın
Fotoğraf: Bülent Katkak