Eğirdir ya da bir başka ifadeyle Eğridir... Bugün resmi olarak kullanılan Eğirdir’in adına dair dile gelen farklı efsaneler bulunsa da hepsinin ortaklaştığı tek bir nokta var o da isminin yün eğirmeden geldiği. Şehre dair efsanelerin hangisi doğrudur bilinmez ancak kesin olan bir şey var ki şehrin, Selçukluların Cennetâbad ismini verecek kadar güzel bir tabiata sahip olması.
Günün farklı zamanlarında, seyredenlerine her biri ayrı güzellikte renkler sunan, rayihası ve çeşitlilik açısından zengin bir yelpazeye sahip elma bahçelerinin çevrelediği Eğirdir Gölü’nün kuzeyinde, küçük bir yarımada üzerine kurulan şirin bir kent burası. Kökleri oldukça eskiye dayanan ve siyasi olarak pek çok kez el değiştiren şehirde Roma, Selçuklu, Hamitoğulları ve Osmanlı dönemine dair iç içe geçmiş pek çok ize rastlamak mümkün. Öyle ki Selçuklulardan Hamitoğulları’na yadigâr kalan Keyhüsrev Kervansarayı’nın parçalarına, bugün el sanatlarının yaşatıldığı Dündar Bey Medresesi’nin kapısında rastlanılıyor. Şehir sanki bir zaman yolculuğunun içindeymişçesine medreseden çıktıktan hemen sonra sadece birkaç adımla ulaşılabilen Hızır Bey Camii’ni ziyaret ederek yüz yıl öncesine gidilebilme imkânı sunuyor.
Selçuklu Dönemi’nde yapıldığı tahmin edilen ve 1328 yılında Hızır Bey tarafından onarılan cami, babayânî tavrıyla ve kemer üzerindeki minaresiyle ziyaretçilerinde saygı ve hayranlık uyandırıyor.
Farklı zamanlara ait olsalar da bugün birbirine yarenlik eden bu iki eserle vedalaştıktan sonra bir tarafı dağa bakan Eğirdir’in dar sokaklarından ilerleyerek zamanın daha da gerisine M.Ö. 4. yüzyıla, Lidyalılardan kalan Eğirdir Kalesi’ne ulaşılıyor. İç ve dış surlardan oluşan ve Timur’un istilasında hasar gören kale, gerek Doğu Roma döneminde gerekse de Hamitoğulları ve Osmanlı döneminde onarılmasıyla bugün hala dimdik bir duruş sergilemeye devam ediyor. Kale surlarının hemen yanı başında bulunan Eski Eğirdir Evi ise şehrin tarihi ve gelenekli yapısı hakkında bilgi veren bir nevi kültür evi olarak ziyaretçilerini bekliyor. Ayrıca Perşembe günleri kalenin hemen dibinde kurulan pazar, şehre bereket, canlılık ve güler yüzlü insanlarıyla neşe getiriyor.
Şehir, daha evvel kim bilir kaç kişinin geçtiği, kaç seferden izler taşıdığı bilinmeyen yollarını arşınlayarak; geçmişin yorgun ama hala canlı Eğirdir evlerine, kültürel ve mimari dokusuna dair bir fikre ulaşılmasına izin veriyor. Sokaklarını öylesine yürürken bile ev sahipliği yaptığı eserlerle bugünden çok başka bir zamana götürebiliyor. Tarihi Esma Sultan Hamamı da bunlardan biri. İsmine dair soru işaretleri olsa da Osmanlı Dönemine ait olduğu düşünülen hamam bugün hala konuklarına hizmete devam ediyor. Tabii güzellikleri, zamanın eskitemediği bu tarihi eserlerle bezenen Eğirdir’de adalar, görülmeye değer doğal güzellikler listesinde yerini alıyor. Kaleburnu olarak bilinen yarım ada ile birleştirilen Yeşil ve Can Adaları kentin dokusunu oluşturmakta önemli bir rol üstleniyor. Eğirdir Gölü üzerindeki bu iki güzel adadan Yeşil Ada, lezzetli balıkları, dar sokakları, emektar evleri, sıra sıra dizilen ağaçları ve tarihe tanıklık eden pek çok zenginliğe sahip.
Tarihi zenginlikleriyle güzelliğini taçlandıran Yeşil Ada’da yer alan, inşası 19. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen ve Rum asıllı Hristiyan hacı adaylarının Kudüs’e gitmeden önce uğradıkları Ayastefanos Kilisesi, şehrin diğer sakinleri gibi gelen konukların elini boş çevirmiyor. Atatürk’e hediye edilse de zaman içinde yeniden Eğirdir’e geri dönen Can Ada ise, yerleşimin olmadığı ancak piknik yapmak için son derece uygun yerlerden biri. Eğirdir içindeki gezintinin bir sonraki durağı, alış-veri ihtiyacını karşılayan diğer pazar yeri Pınar Pazarı. 7 pınarlı 800 yıllık bir geçmişe sahip bu pazarın 1200’lü yıllarda yöreye yerleşen Türkler tarafından kurulduğu tahmin ediliyor. Pınar Dağı eteklerindeki bu köklü ve gelenekli pazar, belli dönemlerde alış-veriş ihtiyacını karşılamanın yanında sonbaharın en güzel renklerini dallarına takıştıran ağaçları ve camisiyle gelenlere görsel bir şölen sunuyor. Pınar Pazarı’na gelmeden evvel bir parçası Dündar Bey Medresesi’nin kapısında himaye edilen Keyhüsrev Kervansarayı’nın, son kalıntılarıyla yaşamaya devam ettiği görülüyor. 1237 yılında II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından yaptırılmasının yanında Anadolu kervansaraylarının en büyüklerinden biri olma özelliğini taşıyor.
Kervansarayın yukarısına tırmanıldığında ise Hellenistik Dönem’de kentleşen antik kent Prostanna ve şehri tamamıyla görebilme imkânı sunan seyir tepesi karşılıyor ziyaretçilerini. Prostanna tarihi hakkında ketum bir tavır sergilese de kendi çağı içinde ticaret, tarım ve savunma alanında ulaştığı seviyenin anlaşılması açısından görülmeye değer duraklardan biri.
Seyir tepesinin bulunduğu nokta ise şehirden çok uzakta olduğunuz hissi veren köyü ve şehrin tüm güzelliğini gözler önüne seren manzarasıyla görülmeye değer yerlerden biri. Bir başka tarihi durak olan Eğirdir Garı, yüz yılı aşan bir süredir, şehrin diğer yakasında sessiz sedasız varlığını sürdürmeye devam ediyor. İngilizlerin 1914’te ticaret maksatlı yaptırdığı bu tarihi gar Kurtuluş Savaşı’nda vatanın müdafaasında önemli bir rol üstlenmiş olsa da uzun bir süre yalnızlığa mahkûm edilmiş. Son günlerde mahkûm olduğu yalnızlıktan kurtulması için üzerine çalışmalar yapılan Eğirdir Tarihi Garı, en mütevazı haliyle ziyaretçilerini bekliyor.
Eğirdir, tüm bu zenginliği ve güzelliğinin yanı sıra 1999’da İtalya’da başlayan ve evrensel hale gelmesi amaçlanan Cittaslow Birliğine üye olma özelliği taşıyan 18 şehrimizden biri. Cittaslow felsefesinin temelinde, modern şehirlerin hızı ve aynılığı karşısında gelenek, görenek ve el sanatlarına sahip çıkarak özgünlüğünü koruyan ve insanların birbirleriyle iletişim kurabilecekleri bir ortam sağlayan şehirler yatar. Cittaslow’a üye olabilmek için tüm bu kriterlere sahip olan Eğirdir de 2017’den bu yana sakin şehir olarak yaşamına devam ediyor. Köklü tarihi, simge haline gelen komando okulu, kemik hastanesi, gölü, elmaları ve saymayı bitiremeyeceğimiz sayısız tabii güzelliğiyle ben de buradayım diyor. Hızlı olmayı, her şeye yetişmeyi önceleyen büyük şehirlerin aksine yaşamanın sadece nefes almaktan ibaret olmadığını göstererek güzel olanı yeniden görmeyi ve hissetmeyi vaat ediyor.
Yazı ve Fotoğraf: İlknur Çilek