Eğil Dağlar Üstünden Aşam
19 Ağustos günü elim bir trafik kazası ile Van'da ebediyete intikal eden A. Hluk Dursun hocamızın Ocak 2023 tarihli Emanname dergisi için yazmış olduğu Van yazısını sunuyoruz.
Bosna-Hersek'in Saraybosna'sı, Kırım'ın Bahçesaray'ı derken, bu sefer yolumuz Van'daki Bahçesaray'a düştü. Orada insanlar kışın dağlar ve karlarla boğuşup tükeniyor, yazın da ceviz, balık ve balla kendine gelip, Müküs Çayı kenarında namaza durarak haline şükrediyor.
Dergimizin çıktığı ilk sayıdan beri bazı çevrelerce niçin Türkiye'den herhangi bir konu yazmıyorsunuz şeklinde tenkit ve teklifler geliyordu. Doğru! Türkiye'de çıkan bir gezi dergisinde mutlaka Anadolu'dan da bir yer seçip, orayı tanıtıp, oranın güzelliklerini gözler önüne sermeliydik. Önce aklımıza Abant geldi. Bolu Yedigöller, Ilgaz Dağları, Kastamonu'ya kadar uzanan bir sonbahar yaprak, ağaç ve renk cümbüşünü önce şöyle bir kendimiz için görelim sonra da sizlere aktaralım istedik. Ama daha sonra da sizlere Türkiye ile ilgili yazacağımız ilk yazının herkesin kolaylıkla gidemeyeceği, göremeyeceği ve yazamayacağı bir konu olmasını düşündük. Öyle harc-ı âlem, her yerde yazılabilecek bir yazı olmaması lazımdı.
İşte biz de bu düşünceden yola çıkarak Türkiye'de en zor gidilen yeri kendimize seçtik. Bahçesaray'a gitmeli, orayı görmeli ve siz göremeyen, gidemeyen okuyucularımıza aktarmaya çalışmalıydık. Bu, aynı zamanda bizim açımızdan da bir utanç ekesinin silinmesi olacaktı. Sen dünyanın dört bir tarafını gez, yedi iklimden, yetmiş iki memleketten haber ver, sonra kendi diyarından bir yeri hiç görmemiş ol. Hem de Kırım'ın o güzelim Bahçesaray'ını, Bosna-Hersek'in o şanlı Saraybosna'sını gördüğün halde Anadolu'nun Bahçesaray'ını geri plana it! Neyse fazla uzat mayalım ama sonunda Bahçesaray'ı da gördük. Bülent Katkak, Mustafa Aksay ve bendeniz Ekim ayının çok güzel günlerinde güneşin fotoğrafçılara en bereketli ışıkları yolladığı bir mevsimde Van'a gittik.
Bu benim Van'a ilk gidişim değildi. Bundan neredeyse yirmi sene önce uzun ve maceralı bir otobüs yolculuğundan sonra bu şehrimize gitmiş ve oradaki ismiyle hala zikrettiğim zaman tebessümle karşıladığım Paris otelinde kalmıştım. Şehir merkezinde her gün aslen Ahlatlı, Van ulemasından Şeyh Reşit Gülçiçek Hoca Efendi ile Doğu tarihi ve özellikle Kürt isyanları üzerine sohbetler yapmış, Bediüzzaman’ın yakınlarından olan Reşit Efendi’den birinci ağızdan çok faydalı bilgiler elde etmiştim. Bu gündelik sohbetler devam ederken arada bir çevreye de gidiyor, Van’ın ilçelerine geziyordum. Hakkâri civarında dolaşmama, Zap Suyu Vadisi’ne inmeme rağmen o yıllarda Bahçesaray’a gidememiştim. Daha sonraki yıllarda da birkaç defa Van ve çevresine gittiğim halde Bahçesaray yine gözden uzak kalmış, ama gönlümde de sevdası başlamıştı. Televizyonlarda mutlaka siz de görmüşsünüz, izlemişsinizdir. Hala, yolu o altı ay kapalı kalan, Türkiye’ye en çok kar düşen, Van’ın güneyinde, Siirt’in kuzeyinde, Hizan’ın doğusundaki Bahçesaray.
Van şehir merkezinden dostumuz turizmci Abdullah Tunçdemir'in şirketi Ayanıs'ın minibüsüyle yola koyulduk. Önce Zerzevat suyundan, Kehriz suyundan, Şamran suyundan bahsettik. Erek Dağı'nda üstadı rahmetle yâd ettik.
Van, bir sular ve dağlar şehridir. Van Gölü'nü deniz saydığımızdan geçiyorum; Nemrut krater gölleri, Muradiye Çağlayanı, Bendimahi suyu, Hakkâri yolundaki Hoşab (şimdiki adı Güzelsu), Erciş, Çatak dereleriyle her tarafı sudur. Van'ın Coğrafya bilgilerinden hatırlarsınız, en alçak yeri 1.600 m'dir. (Hollanda'nın en yüksek yeri 320m) Daha uçakla havaalanına inişe geçtiğinizde, önce Nemrut Dağı sonra Süphan Dağı sizi karşılar. Muradiye üzerin den az kuzeye giderseniz Doğu Beyazıt'da büyük Ağrı'nın eteklerine ulaşıverirsiniz. Oradan öte hep dağdır. Van Gölü'nün güneyinde Edremit üzerinden Gevaş tarafına doğru indiğinizde de Artos Dağı sizi karşılar. Gölün bir tarafında Nemrut ve Süphan, bir tarafında Artos. Çatak yol ayrımından sonra 66. km'de Bahçesaray yol ayrımına gelir ve orada sizi küçük ama son derece şirin bir dere karşılar. O dere boyunca yol almaya başlar ve yukarı Narlıdere Köyü'ne kadar tatlı tatlı giderseniz.
Hatta neredeyse amma da abartmışlar bu Bahçesaray'ın yolunda ne varmış bile diyebilirsiniz. Ama yukarı Narlıdere'yi geçer geçmez yol bozulur. Hatta bozulmak ne kelime, yol biter. Sonra toz toprak içinde çık babam çık, dolan babam dolan. Dağların arasında bulabileceğiniz en alçak vadiden geçmeye çalışırsınız. Ve sonunda geçide ulaşırsınız. O meşhur Karabel Geçidi'ne. Yahut diğer adıyla Karabet. Orada rakım da yazılıdır. Gözlerinize inanamazsınız. Dağların geçit verdiği en alçak yeri 2.985 m'dir. Ey alçak ülke Hollanda'nın zirvesi kulakların çınlasın!
Yollarda araba gözükmez. Sadece ot biten yerlerde, dere kıyılarında koyun, tepelerde keçi sürülerine rastlarsınız. Su kenarlarında birkaç kavak, yumuşan ağaçları. Ve sonra dağ, dağ, dağ. niş yolunun bir tarafı uçurum ki dibi gözükmez. Tam nereden geldik bu yollara dediğiniz zaman ise taa karşılarda cevizli tepeler başlar. Önce Liçan Köyü'ne ulaşırsınız. Ve Müküs Suyu (Bahçesaray Deresi'nin yerli adı) size öyle bir sürpriz yapar ki "Hayy Allah!" dersiniz. Artık Müküs dalmış, suyunun renginin güzelliğine, etraftaki yeşilliğe kendinizi kaptırmış olur ve Van'dan Bahçesaray'a 110 km sonra ulaşırsınız. Biz 3,5 saatte gittik 110 km'yi. Bahçesaray'ın girişinde de layıkıyla (!) karşılandık. Kahraman Silahlı Kuvvetlerimiz bizi bir güzel karşıladı, sonra da haşladı! Önce kimlikler ibraz edildi, kayıtlar yapıldı ve sonra mevcutlu olarak jandarma karakoluna götürüldük. Sorgu sual. Niye geldiniz? Ne yapmaya geldiniz?
Burada ne işiniz var? Bu sadece bize karşı yapılan bir muamele değilmiş. En son Amerika Birleşik Devletleri'nin Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Bahçesaray'a gelmiş, elin Amerikalısını da aynı muameleden geçirmişler. Biz de elle gelen düğün bayram dedik. Sadece kaybettiğimiz vakte üzüldük.
Bahçesaray'da şöyle bir dolaştıktan sonra, hemen biraz ileriye Kırmızı Köprü mevkiine gittik. Tek kemerli son derece alımlı bir köprü. Tabii her zamanki gibi, fotoğrafını çekerken köylüler geldi. Öyle hemen bırakmayız. "Köprümüzü gördünüz bir de ekmeğimizi yiyin." diyerek evlerine götürdüler. Sedat Görür ve amcaoğlu Nevzat Görür ile beraber vadiye hakim bir tepe üzerindeki evlerine gittik.
Yufka ekmekleri, peynir, bal, tereyağı derken bir de Müküs çayından yakalanmış o dillere destan alabalık nar gibi kızartılıp getirilmez mi! O mütevazı aşiret sofrasında günün ve bölgenin mana ve ehemmiyetiyle doğru orantılı bir sohbet yaptık. Aşiretlerden, şeyhlerden, Hamidiye Alaylarından, Arvasilerden, Küfrevilerden, Gaydalılardan bahsettik. Sonra oradan tekrar Bahçesaray'a dönüp, Belediye Başkanı Muhterem Naci Orhan'la aynı sohbeti devam ettirdik. Başkan çok nüktedan bir adam.
Suyun kenarında otururken anlattı. Belediyenin bütün işçilerini toplamış, iki koyun kestirip suyun başında bir ziyafet vermiş. İşçilerden biri demiş ki "Başkanım, hayatımda içmediğim kadar su içtim, sana teşekkür ederim". "Niye şimdiye kadar içmedin? Su senin elinin altında bedava akıp duruyor." dendiğinde: "Ağam karnımızı hiç böyle tam doyuramıyorduk ki kana kana su içelim." cevabını almış.
Yani sizin anlayacağınız halk pek iyi durumda değil. Fakat durumlarını kurtarmaya yönelik herhangi bir gayret de yok. Herkes kahve köşelerinde Türkiye'yi kurtarıyor! Asırlık cevizler kargalar tarafından dikilmiş, sonra olduğu gibi kalmış. Ne cinsi ıslah edilip fenni usullerle ceviz bağları kurulmuş, ne eski üzüm bağlarından eser kalmış. Balcılık dersen o da ilkel yöntemlerle yapılıyor ve kalitesiz bal üretiliyor. Halbuki biraz aşağıda Beğendik'in üzümü, Pervari'nin, Şemdinli'nin balı meşhur. Yıllardan beri Bahçesaraylılar umudu cevize bağlamış.
Tabii tabiatın şartları ve geçit vermez dağları da işin cabası. Kardan elektrik direkleri kapanıyormuş. Yol da kalıp da macera yaşamayan yok gibi. En büyük konu yol sorunu, daha doğrusu yolsuzluk. Zaten yolsuzluk Türkiye'nin genel sorunu ama Bahçesaray'ın yolsuzluğu başka. Neyse biz yine dönelim konumuza. Yani suyun başına. Oraya kadar gelmişken Müküs Deresi'nin kaynağını görmemek olur mu? Kaynaktan bir su içip, "Elhamdülillah" demek, şükretmek için yola koyulmaz mı insan?
Dört-beş km'lik bir yoldan sonra tabii laf olsun diye yol diyorum suyun başına ulaştık. Bir mağara ağzından kayalar içinden su köpük köpük fışkırıyor. Su sesi, sonbaharın sararttığı yapraklar ve kekik kokusu. Şoförümüz sızlanıyor arkada, böyle manzaraya dalarsanız gece burada kalırız diye. İster istemez biz de yola koyuluyoruz. Yine tekrar sarmaya başladık dağları. Karşıdan antika bir kamyon gözüktü.
Bozulmuş kalmış, şoförü de tamir etmeye çalışıyor. Anlayanlar Fiat 682 model dediler. Şoför de çok meşhurmuş orada, namı her an kaputu açıp, motor tamir ettiği için "Kirli Cemal" diyorlar. Bu yollarda elli yıldan beri şoförlük yapıyormuş. Allah yolunu açık etsin dedik Kirli Cemal'e. Bir Bahçesaraylı şoföre herhalde söylenecek en güzel söz, en güzel temenni de bu olmalı. Allah yolunuzu açık etsin Bahçesaraylılar.
Yazar: A. Haluk Dursun
Fotoğraf: Bülent Katkak