Avrupa’daki uzak akrabalarımızdan birisi Finlilerdir, diğeri de Macarlar. Türk Dünyası ailesinin Orta Asya kökenli, Fin Ugor dil göbeğine bağlı bu uzaktaki kardeşlerimiz, bizden ziyade Kazan Türklerine hem tarihi hem coğrafi olarak daha yakındırlar. Finlandiya’nın Rusya coğrafyasıyla iç içe geçmiş olması, St. Petersburg üzerinden Helsinki’ye zaman zaman Türk göçlerine yol açmış. Kuzeybatı Türklerinin en medeni, en entelektüel grubu olan Kazanlılar da, Finli kardeşlerin kucağına atmışlar kendilerini Rus tazyikinden. Helsinki’ye biraz bu etnik bilgiyle, biraz Finlilerin meşhur Kalevalı Destanı’ndaki Fin hamamından, Finli otomobil yarışçılarına, Helsinki olimpiyatlarından, bizim kanuna benzeyen Kantele enstrümanına ve Nokia cep telefonuna uzanan küçük bilgi kırıntılarıyla ulaştım. Nasıl Japonlara aynı zamanda Nippon deniyorsa, Finlilere de “Suomi” adı veriliyor.
300 bin km2’yi geçen 5-6 milyonluk bir ülke Finlandiya. Kuzey Denizi’nin içinde, elinde tepsisiyle dizüstüne eğilmiş bir kadın figürüyle ortaya çıkıveren, Baltık Denizi’nin Finlandiya Körfezi’nde bulunan üç şehrinden birisi de Helsinki, diğerleri St. Petersburg ve Tallin’dir. Kuzey Avrupa’da Baltık Denizi’nin kenarında Rusya ile İsveç arasında yer alan Finlandiya, 12. ve 18. Yüzyıllar arasında İsveç’e bağlı bir düklük, 1809’dan itibaren de Rusya’ya bir dukalıktır. 1917’de Rusya’dan bağımsızlığını ilan ederek tarım ve ormancılığa dayalı ekonomik yapıdan, modern sanayi ekonomisine bağlı başarılı bir cumhuriyet idaresi kurmuştur. 5.3 milyonluk nüfusu, 338.000 km2’lik küçük bir Kuzey Avrupa ülkesi olan Finlandiya’da %93,4 Fin, %5,7 İsveçli ve Rusya başta olmak üzere değişik etnik gruplar bunlar arasında başkent Helsinki’de 800 Kazanlı Türk’ü de unutmamak gerek. Ülkede okuma-yazma oranı %100 olup, ortalama yaşam süresi 79 senedir.
O ekim sabahının berrak, aydınlık, biraz serince havasında Helsinki’nin en canlı yerine, tıpkı bütün Avrupa şehirlerinde olduğu gibi pazar yerine gidiyoruz, yani Market Plats’a. Kıta Avrupası’ndaki pazarlarda görülen süt ürünleri, sebze ve meyve ağırlıklı bir pazar yerine, tam bir balık pazarına düşüyoruz. Biraz çiçek, bolca funda, birkaç kafenin yanı sıra yün örgü yapan kadınların atkılı, kazaklı, eldivenli, çoraplı, bereli tezgâhları da yok değil ama esas hâkimiyet balıkçılarda.
Başta uskumru olmak üzere somondan, bizim hamsiye benzeyen küçük balıklara kadar her türlü balık var. Bunların çoğunluğu tuzlanmış ve tütsülenmiş balıklar. Kavanozlar içerisinde ringa turşuları, biraz havyar, biraz da morina. Pazarın bir diğer köşesinde bizim Eminönü meydanındaki eski balık-ekmek satanlara benzeyen büyük balıkçı tezgâhlarında, devasa tavalar içerisinde yağda kızartılan balıklar, patates ve biraz sebze kızartması ile beraber servis ediliyor. Açık havada, deniz kıyısında balık ziyafeti. En çok tercih edilen, somon ve hamsi. Hamsi diye anlatmaya çalışıyorum. Çünkü neredeyse aynısı, tek fark daha küçük olmaları; Yunanlıların Marida, Cunda Adası’nda Paparina denilen türden küçük kıyır kıyır kızartma balıklar bunlar. Balık pazarının kurulduğu meydanın bir tarafında küçüklü büyüklü tekneler, liman açığında ise kışın donan Kuzey Denizinin buzlarını açmaya yarayan buzkıran gemileri.
Gerideyse, caddeye geçer geçmez arka sokaktan ilerlediğinizde hemen karşınıza çıkan Nevski Katedrali’nin hâkimiyetini kurmuş olduğu Senato Meydanı. Önünde dört köşesindeki fenerleriyle II. Alexander heykeli, arkasında üniversite merkez kütüphanesi, şehir müzesi, belediye binası, barok mimarinin büyük, bakımlı, temiz binaları, insansız meydanları ve sokakları. Biraz ileride meşhur kaya kiliseleri. Büyük kayanın oyulmasıyla ortaya çıkan boşlukta inşa edilmiş, kubbesi bakır tellerin birbirine geçmesi ile yapılmış bir kilise. İçeride org çalınıyor, turistik ve tarihi bir mekân. Helsinkili gençlerin evlilik için tercih ettikleri bir kiliseymiş.
Finlandiya’nın çoğunluğu Protestan, ama Rus etkisiyle tarihte Ortodoks bir ağırlık da kalıcı olarak ülkeye yerleşmiş. Bunun dışında en önemli azınlık İsveçliler. Zaten ülkenin iki resmi dilinden birisi İsveççe. Zavallı Finliler bir taraftan Rusların, diğer taraftan da İsveçlilerin baskısı altında kalmışlar hep. Özgürlük özlemlerini Jean Sibelius’un bestelediği sonatlarda, senfonilerde ve Finlandiya operasında seslendirmiştir.
Finlandiya, dünyada km2 başına en az insan düşen yerlerden bir tanesi. Nüfusun %10’u başkentte toplanmış. Ülkenin bitki örtüsüne ormanlar ve taygalar hâkim. Bir dönem kuzeydeki Turku şehri merkez olmuş, ama yukarıda belirttiğim gibi İsveç ve Rus askerlerinin biri gitmiş diğeri gelmiş. Ormancılığın tabii sonucu olarak Finlandiya’da kâğıtçılık sektörü gelişmiş. Maden olarak da bol bol granit çıkıyor. Pembe damarlı granitten çok güzel kaldırımlar döşemişler.
Senato Meydanı’nda bulunan Kafe Engel, küçük bir butik pastane. Deniz kıyısındaki pazarda yediğimiz yağlı somon balığından sonra, sindirmek için tahin helvası bulamadığımızdan yakındaki pastanede el yapımı, küçük yuvarlak çikolatalardan yemenin tadına doyulmuyor, ama bizdeki badem ezmesi gibi fiyatı el yakıyor. Zaten onun için her ikisi de kilo ile değil tane ile satılıyor.
Engel çikolatasının tanesi ki neredeyse bizim bir badem ezmesi büyüklüğünde 1,5 euro. Bir insan rahatlıkla 10 tane yer. Yani balık sonrası 15 euroluk tahin helvası! Helsinki’nin esas daha çok bilinen restoran-pastane ise Kappali Kafe. Espilande Meydanı’nda küçük Paris havasında, alışveriş merkezlerinin hemen önünde düzenlenmiş Ludwig Engel’in tasarladığı parkın ortasında bir orangerie. Yani bizdeki adıyla limonluk. Avrupa mimarisindeki tabiriyle portakallık. Saray bahçesinde rastlanan canlı yeşillikler arasında kapalı bir kış bahçesi. Özgün bir balık lokantası olarak da Senato Meydanı’na bakan Nuovo’da Helsinki akşamlarının dinginliğini yaşayabilir, ama gerçek balık yemek için Norveç’e, İzlanda’ya kadar uzamanın hayalini kurabilirsiniz. Tabii eğer somon ve levrek bana yeter derseniz Helsinki asude bir Kuzey ülkesidir, her Türk’e…
Blog Yazarı: A. Haluk Dursun
Fotoğraflar: Bülent Katkak